Diyanet İşleri Başkanlığının Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) işbirliği ile düzenlediği 2. Avrupa Müslümanlar Buluşması sonuç bildirgesi ile sona erdi.
Almanya’nın Köln kentinde düzenlenen ve 3 gün süren toplantının sonuç bildirgesini, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, kamuoyu ile paylaştı.
Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, sonuç bildirgesi paylaşmadan önce yaptığı açıklamada, toplantıda “Avrupa’da Müslümanların Geleceği: Fırsatlar ve Zorluklar”, “Avrupa’daki İslami Kurumların Yapısal Sorunları ve Hukuki Süreçler”, “Dini Referanslı Ayrılıkçı Hareketlerin Müslümanlara Olumsuz Etkileri”, “Muhacirler ve Yeni Neslin Müslüman Kimlik İnşası: İslam Din Eğitimi”, “Avrupa Medyasında Olumsuz İslam Algısına Yönelik Stratejiler” başlıklarının oturumlar halinde ele alındığını söyledi.
Başkan Erbaş, oturumlar ve müzakereler sonucunda 18 maddelik sonuç bildirgesi oluşturulduğunu kaydetti.
Toplantıya, Avrupa’da yaşayan Müslümanlara ait kurum ve kuruluş temsilcilerinden başta Avrupa Fetva ve Araştırma Meclisi Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Muhammed Halaveh, İngiltere İmamlar ve Camiler Kurulu Başkanı Kâri Muhammed Âsım, İspanya Azzagra Kültür Vakfı Başkanı Prof. Abd Samed Antonio Romero olmak üzere yaklaşık 100 davetli katıldı.
Başkan Erbaş’ın kamuoyu ile paylaştığı sonuç bildirgesi şu maddelerden oluşuyor;
- Avrupa’daki Müslümanların geleceği için öncelikle geçmiş ve hâlihazırdaki dinî, hukukî, ekonomik ve sosyo-kültürel durumlarının doğru tespiti ve analizi yerinde olacaktır. Bu toplantı, söz konusu hususlar açısından önemli bir adım ve vizyon üreten fikirlerin ortaya konduğu bir buluşma olmuştur.
- Avrupa’da kökleri tarihin derinliklerine giden bir maziye sahip olan Müslümanlar, bugün de Avrupa kıtasının ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla Müslümanların Avrupa’nın bugününü ve geleceğini olumsuz etkileyecek herhangi bir iç ya da dış unsurun veya söylemin yanında yer alması mümkün değildir. Bununla beraber Müslümanlar, yaşadıkları toplumda sosyal, siyasal, ekonomik, akademik vb düzlemlerde haklar ve sorumluluklar dengesinin eşit ve adil şekilde gerçekleşmesini istemektedir. Dolayısıyla haklar alanında ayrımcılık, sorumluluklar konusunda ihmalkârlık, hayata katılma ve geleceğin inşası açısından dışlama ve sosyal mühendislik asla kabul edilemez. Diğer yandan Müslümanlar sosyolojik değişimlerin ve toplumsal yasaların farkında olarak yaşadıkları çağ ve coğrafya ile ilişkilerini ve uyumlarını en iyi düzeyde kendi dinamikleri ile sağlamaya devam edeceklerdir.
- Evrensel bir değer olarak hukukun görevi bütün insanların temel haklarını ve özgürlüklerini her yerde ve her zaman korumaktır. Dolayısıyla hukukun varlığının ve üstünlüğünün en temel göstergesi; azınlık, zayıf, sahipsiz ve korumasız olanları himaye etmesidir. Bir ülkenin medeniyet, insani gelişim ve hukuk düzeyi de, bir insanın ahlak ve değer düzeyi de kendinden olmayana, farklı ırk, renk, inanç ve kültüre mensup olanlara karşı tavrı ile ölçülür. Hukuka ve demokratik ilkelere bağlılığı ile öne çıkan Avrupa’nın Müslüman varlığını bir güvenlik meselesi olarak ele alması, sosyal, kültürel ve toplumsal tehdit olarak görmesi düşünülemez. Zira ilmî, akademik ve sosyal gerçeklikle bağdaşmayan böyle bir tavır, demokratik toplum anlayışına da aykırıdır.
- Müslüman karşıtlığıyla tebarüz eden bir ayrımcılık türü olan islamofobinin düşmanlığa dönüşerek fiili bir boyut kazanması kaygı vericidir. İslamofobik tavırlar olarak kadınlara, erkeklere hatta çocuklara yönelik fiziki şiddet, hakaret ve psikolojik baskıların, kılık-kıyafet, ibadet ve inanç özgürlüğü alanındaki kısıtlamaların, günlük hayatta iş, konut, eğitim gibi konularda yaşanan zorlukların, camilere, dini-kültürel müesseselere, kutsal mekânlara, hatta mezarlıklara yönelik saldırıların her geçen gün artarak devam etmesi kabul edilemez bir durumdur. İnsanlığın iyiliğe ve geleceğe dair ümitlerini azaltan bu yaklaşım, Avrupa’nın çok kültürlülüğünü, birlikte yaşama hukukunu, barış ve huzurunu da tehdit etmektedir. Bunun için hak ve özgürlükleri hiçe sayan bütün yaklaşım ve uygulamalar, faili kim ve amacı ne olursa olsun reddedilmelidir. Bilhassa inanç ve ibadet özgürlüğüne yönelik her türlü şiddeti engellemek, istisnasız bütün devletlere, uluslararası kurum ve kuruluşlara düşen ertelenemez bir sorumluluk olarak görülmelidir.
- Müslümanlara ve göçmenlere yönelik tahammülsüzlük ve ırkçı yaklaşımların ardında, önemli oranda sosyo-psikolojik etkenlerin varlığı da dikkat çekicidir. Dolayısıyla toplumsal huzursuzluk, aşırı tepkisel ve şiddete dayalı davranışlar sadece Müslümanlar özelinde değil, Avrupa’nın geleceği açısından da bütüncül ve çok boyutlu olarak ele alınmalıdır. Bu meyanda İslam’ın getirdiği barış, sosyal adalet, paylaşma, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına dair ilkeler, söz konusu problemlerin çözümü için bir imkân olarak görülmelidir.
- İslam coğrafyasında, fitne, tefrika ve anarşi unsuru olan FETÖ, DEAŞ, PKK, Boko Haram, eş-Şebab gibi terör örgütleri, İslami kavramları ve insani değerleri istismar etmektedir. Söz ve eylemleri ile sürekli Müslümanları hedef alan ve İslam’ın aydınlık yüzünü karalamaya çalışan bu terör örgütleri yeryüzündeki bütün Müslüman varlığı için küresel bir tehdit ve musibettir. Söz konusu gruplara karşı bütün Müslümanların bilinçli ve özverili biçimde ve işbirliğiyle mücadeleye devam etmeleri önemlidir. Açıkça ifade etmek gerekir ki, güven ve huzur ortamını bozmaya dair hiçbir söylem, eylem, tutum ve davranışın İslam’dan referans bulması asla mümkün değildir.
- Avrupalı Müslümanlar, yetkili ve sorumlulardan ırkçılık ve İslam düşmanlığı üzerinden Müslümanlara yönelik ayrımcılık, ötekileştirme ve düşmanlık faaliyetlerine karşı daha duyarlı olmalarını beklemektedir. Özellikle marjinal grupların ve örgütlerin saldırıları karşısında, güvenlik tedbirlerinin daha kapsamlı ve dikkatli şekilde uygulanmasının gerekliliği açıktır. Zira ırkçı tepkilere maruz kalanların kendini yalnız ve korumasız hissetmesi, saldırganları cesaretlendirdiği gibi, mağdurlarda bireysel bunalımlara hatta kitlesel paniklere neden olacaktır. Saldırıya uğrayan, şiddet gören, baskıya maruz kalanların psikolojik olarak desteklenmesi, hukuki olarak koruma altına alınması ve maddi-manevi mağduriyetlerinin giderilmesi en tabi vatandaşlık hakkıdır.
- İslam, dünyanın her yerinde aynı evrensel değerleri savunan ve yaşatmaya çalışan bir barış dinidir. Kültürel değerlerin din tasavvuruna etkisinden hareketle kendi sosyolojik gerçeklikleri içinde bir düşünce, davranış ve kimlik oluşturma iddiası mümkün görülebilir. Bununla birlikte, bütün zamanlara ve mekânlara ışık tutan İslam’ı, “Alman İslam’ı”, “Fransa İslam’ı”, “Belçika İslam’ı” ya da “Avrupa İslam’ı” vb sıfatlarla belli bir coğrafyaya veya herhangi bir ulusa hasretmek İslam’ın evrenselliği ile çelişmektedir.
- Özellikle demokrasi ve bireysel hak ve özgürlüklere bağlılığı ile öne çıkan Avrupa’da, Müslümanların, İslam’ın adalet, barış ve hoşgörü ilkeleri çerçevesinde, şeffaf ve denetlenebilir şekilde yürüttüğü hizmetler, büyük bir imkân olarak görülmelidir. Bütün dünyaya model olabilecek bu güzel örneklik, günlük politik ve siyasi hesaplara asla heba edilmemeli; çok kültürlü, çok dinli ve çok uluslu Avrupa toplumunun güvencesi olarak görülmeli, farklılık ve çeşitlilik bir zenginlik olarak değerlendirilmelidir. Müslümanların ve göçmenlerin, kendileri ile ilgili kararlarda, din hizmetleri ve eğitimi gibi meselelerde sürecin dışında tutularak politikalar geliştirme düşüncesi bir çıkmazdır. Avrupa’da yüzbinlerce mensubuna-üyesine hizmet götüren köklü kurumların ötelenerek, Müslümanları temsil ettiğini iddia eden bazı marjinal kişi ve grupların öne çıkarılması ve bir nevi Müslümanların temsilcisi konumuna getirilmeleri sosyal gerçekliklere aykırıdır.
- Avrupa’daki Müslümanlar, içinde yaşadığı toplumla uyumlu olduğu gibi kendi aralarındaki uyum ve iletişim konusunda da hassas ve duyarlı olmalıdır. Müslümanların, farklılıklarını muhafaza ederek birlikte hareket kabiliyeti geliştirmeleri ve ortak bilinç ile hareket etmeleri elzemdir. Ayrıca, gelecek hedefleri doğrultusunda Avrupa’daki Müslümanların hâlihazırdaki potansiyellerinin, kurum, kuruluş ve demografik durumlarının sağlıklı bir şekilde tespiti -varsa- mevcut idarî eksikliklerini giderip içerisinde bulundukları ülkelerin şartlarını da göz önüne alarak kurumsal yapılarını geliştirmeleri önem taşımaktadır. Özellikle Avrupa’da yaşayan Müslümanlarla ilgili gelişmeleri iyi takip ederek, sosyolojik değişimlerin, konjonktürel yaklaşımların ve farklılaşan paradigmaların ortaya çıkardığı yeni sorunlara çözümler üretmek, Müslümanları yıpratmaya yönelik söylem ve faaliyetler karşısında işbirliği yapmak hayati öneme sahiptir.
- İslam’ın, asırlarca insanlığa yön veren, oldukça zengin bir bilgi ve hikmet müktesebatının, ilim ve usul geleneğinin varlığı açıktır. Avrupa’da yaşayan Müslümanların kendilerine özel ve günümüz şartlarında gelişen soru ve sorunlarını bu zenginliğe bağlı olarak çözmesi önem arz etmektedir. Bu meyanda dini takvim birliği, helal gıda standardı gibi hususların ortak kararlarla neticelendirilmesi sağlanmalıdır.
- Sosyal sorunların hayatı gittikçe daha çok kuşattığı günümüzde; kadınların ve gençlerin karşı karşıya olduğu problemlerle mücadele etmek öncelikli hedefler olarak öne çıkmaktadır. Bu çerçevede insanlığın huzuruna katkı sunacak hak, adalet, merhamet ve barış mefkûresine, sahih bir inanca, bilgi, bilinç ve güzel ahlaka sahip nesillerin yetişmesi için daha çok gayret göstermek bir zorunluluktur. Zira inancından ve kimliğinden, millet bilincinden ve ümmet şuurundan uzak nesiller istismara açık hale gelmektedir. Dolayısıyla Avrupa genelinde inancından ve kültüründen uzak kaldığı için savrulan, yanlış bilgilerle istismar edilen, islamofobik yapılar karşısında savunmasız kalan gençlerin durumları, üzerinde çalışma yapılması gereken acil meselelerdir.
- Avrupa’da doğru din eğitimi modellemelerinin ortaya konulması, ortak müfredatın belirlenmesi ve buna göre yazılı, görsel ve dijital literatür-yayınların oluşturulması gerekmektedir. Yapılacak bu çalışmalar, Avrupa’daki Müslüman nesillerin kimliğinin doğru yöntemlerle inşası ve muhafazası açısından hayatî önemde olduğu kadar, İslâm ve Müslümanlarla ilgili negatif algının düzeltilmesinde de büyük önemi haizdir.
- Avrupa toplumunun ayrılmaz bir parçası olan Müslümanlar, şiddet, ayrımcılık veya herhangi bir haksızlığa maruz kaldıklarında vatandaşlıktan doğan haklarını ve bütün hukuki süreçleri sonuna kadar takip edeceklerdir. Bu manada Avrupa’da faaliyet gösteren STK’ların, mağdur olan kesimlere rehberlik edecek hukuki mekanizmalar oluşturmaları, onlara her türlü desteği ve imkânı sağlamaları, mağduriyetlerin daha sistematik takibi amacıyla kurumsal yapılar tesis etmeleri gerekmektedir.
- Farklılıkların bir arada yaşaması ve doğru bilginin kitlelere ulaşması konusunda medyanın hayati sorumlulukları bulunmaktadır. Ancak bazı Medya organlarının “İslam’ı düşman görme” algısını körükleyici bir yayın politikası takip ettiği görülmektedir. Özellikle İslam ve Müslümanlarla ilgili negatif, dışlayıcı, manipüle edici bir yaklaşım sergileyen, reyting ve ideolojik kaygılarla sansasyonel dil kullanan bir kısım medyanın Müslümanları birer “öteki” “dış unsur” ve “problem kaynağı” olarak gösteren tavırdan vazgeçmesi gerekmektedir. Toplumun haber alma ve fikir özgürlüğü çerçevesinde çoğulcu yapısını koruma adına önemli görevler üstlenen medyanın sorumluluk içinde davranması etik değerler, medya ahlakı ve toplumsal barış açısından hayati öneme sahiptir. Bununla birlikte Avrupa’daki Müslümanların da kendileriyle ilgili medyada ve özellikle sosyal medyadaki olumsuz imajların düzeltilebilmesi amacıyla stratejiler belirlemeleri ve ortak çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
- Avrupa’da yaşayan Müslümanlar karşılaştıkları güncel problemlerine “azınlık fıkhı”, “zarurât”, “makâsıd”, “öncelikler fıkhı” gibi kavramlar ve yöntemler üzerinden yeni çözümler üretme yolları aramalıdır. Böylece yaşanılan gerçekliği ve bağlamı dikkate almayan görüş ve fetvaların önüne geçilebilecektir. Bu meyanda ilgili kurumların, Avrupa’daki önemli soru ve sorunlara yönelik çalışmalara öncülük etmesi de önem arz etmektedir.
- Avrupa Müslümanları arasında sağlıklı ve hızlı iletişimi sağlayacak, vizyon üretecek, işbirliği ve organizasyonlara öncülük edecek, bölgesel ve küresel düzlemde koordinasyona katkı sunacak, diğer sivil ve resmî kurumlara muhatap olacak, ortak çalışmalar için gerekli planlamaları yapacak bir koordinasyon kurulunun oluşturulması sağlanmalıdır. Bu kurul ilim adamları, kurum temsilcileri, hukukçular ve sosyal bilimciler gibi farklı temsilcilerden oluşmalıdır.
- Avrupa Müslümanları Buluşması’nın iki yıllık periyodlarla düzenlenmesi, Avrupa’daki Müslümanlar arasındaki iletişim ve işbirliğini sağlaması açısından uygun ve neticeleri bakımından da verimli olacaktır. Bu itibarla, Avrupa Müslümanları Buluşmasının kurumsallaşması ve toplantı sonuçlarının takibi amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bir sekretarya oluşturulması kararlaştırılmıştır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.